Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan, İstanbul’da imzalandığı için “İstanbul Sözleşmesi” olarak lanse edilen uygulama benim fiili olarak görevli olduğum dönemlerde çok sancılı ve sıkıntılı geçmiştir. Size yöremizden yaşadığımız bir anı ile başlayarak söze girmek istiyorum. Güneydoğu Anadolu bölgesi, saf, masum ve bir o kadar da temiz olan insanlarımızın eşlerine ailelerine olan bağlılığı ve sadakati İslam inancına olan bağlılığından gelmektedir. Eşlerin birbirlerine Allah’ın emaneti ve çok değerli bir kulu gibi muamele etmeyi peşinen kabul etmeleri ve bunu hayata geçirmeleri nedeni ile aileler huzurlu olmuştur. Bu huzur hanesinden birinde bir gün işten yorgun gelen adamın, gün boyunca evde çocuk, temizlik ve yemek sorunları ile ilgilenen eş ile aralarında ağız münakaşası olmuş, bayan o anki sinirle eşini şiddet uyguluyor diyerek şikayet eder. Polis işlemi yapar Mülki Amir veya Kolluk kararı ile uzaklaştırma alır. Örf adet ve gelenekleri olan bölge insanın evinden uzaklaşması, gelenek ve göreneklere göre ayıplanan bir durumun erkek tarafından nasıl kabullenileceğini sizin takdirlerinize sunuyorum. İkili diyaloglar neticesinde bozulan aile huzurunu yara almış olsa da naçizane düzeltmeye çalıştık.
Kadını şiddetten koruma adı altında hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin yıkıcı tesirini sizlerde az olsun görmüş oldunuz
Kadını şiddetten koruma adı altında hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin bu yıkıcı tesirlere yönelik yaptığımız tespitler aşağıya çıkarılmıştır.
-İstanbul Sözleşmesi’nin 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39 ve 40. maddelerinde kadınlara karşı gerçekleştirilecek şiddetin alanını oldukça genişletmek amacıyla şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kadına yönelik şiddet, ev içi şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet, fiziksel şiddet gibi bir kısmı zorlama ve tekrar oluşturan birçok şiddet türüne yer verilmiştir. Oysa Türk Ceza Kanununda şiddetin tanımı, çok daha basit ve net bir şekilde yapılmışken şiddet kavramının bu kadar çeşitlendirilmesi ve genişletilmesi, şiddetin önlenmesinden çok artmasının zeminini oluşturmuştur.
-Sözleşmede ailenin karşıt cinsler arasında nikah akdi ile kurulan bir toplum birimi olduğu ve tarafların akit ile kazandıkları hak ve üstlendikleri ödevlerinin olduğu vurgusunu güçsüzleştiren bir yaklaşım sergilendikten sonra sözleşme, cinsel suçları nikah akdi dışında gerçekleşen fiiller olmaktan çıkarmakta, rızanın bulunmadığı cinsel birlikteliklere dönüştürmektedir.
Bu yaklaşımın doğal bir sonucu, evlilik içi rıza bulunmayan birleşmelerin de evlilik dışı rıza bulunmayan birleşmelerle tecavüz kavramında birleştirilmesi olmuştur. Nikah bağının tarafların cinsel açıdan birbirinden yararlanma hususunda baştan verilmiş bir rıza içerdiği itibara alınmamıştır. Gayrı meşru rızaya tanınan değer, hukuken tescil edilmiş rıza ile eşit hatta fiilen daha değerli sayılmıştır.
-Sözleşme aile içi şiddetin mahallini ‘aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında’ şeklinde belirlemektedir. Tanımda ‘aile içerisinde’ ifadesiyle sonra saydıklarını ayrı bir kategori olarak gördüğü izlenimi verse de ‘aile içi şiddet’ terimin gerçekleştiği mahal arasında ‘partner’i koymuş olması aileyi mutlak olarak nikah bağı ile kurulan bir kurum olarak görmediğini göstermektedir. Bu bakımdan sözleşme aile kavramını, nikah bağı ile kurulan toplumsal birimin adı ile sınırlamamaktadır.
-İstanbul Sözleşmesi ayrı bir maddesinde ‘Devletler cinsel yönelimi yasal güvence altına alır’ hükmü ile LGBTİ’nin kurumlaşmasını ve yasal güvenceye alınmasını sağlamıştır. Daha açık bir ifadeyle Sözleşmeyle erkek ve kadın cinsleri haricinde 3. ve 4. cinslerin de dünyada var olmasının yasal zemini oluşturulmaya çalışılmıştır.
-Sözleşmenin 48. maddesiyle aile içi problemlerde aile büyüklerinin veya mahkemelerde görev yapan yetkili kimselerin devreye girerek tarafları barıştırması, bunun için arabuluculuk yapmaları yasaklanmaktadır.
Oysa ülkemizde mahkemelerin iş yükünü hafifletmek için ‘arabulucuk’ kanunu yürürlüğe konulmuştur. Geleneksel aile yapısına sahip tüm inanç ve toplum gruplarında aile içerisinde çıkan ihtilaflar aile büyükleri, kanaat önderleri ve bireyler üzerinde söz söyleme hak ve yetkisi olan kişilerce nasihat, mahalle etkisi, sulh gibi yöntemler ile çözümlenirken bu maddeyle bu uygulamalar yasaklanmakta, ailenin yaşatılması yerine dağıtılması ve yok edilmesi ön plana çıkarılmaktadır. Yukarıda size anlatmış olduğum anımda gördüğünüz üzere yasak olan bir uygulamayı gerçekleştirdik.
-İstanbul Sözleşmesi’nde, sadece kadına karşı şiddetin, aile içi şiddetin ve kadına karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik hükümler bulunmakta olup, ailenin devamlılığı ve ailenin korunmasına yönelik herhangi bir ifade veya hüküm bulunmamaktadır. Sözleşme’nin amacını düzenleyen hüküm incelendiğinde, Sözleşme’nin aileyi korumaya veya geliştirmeye yönelik hiçbir amacının bulunmadığı açıkça görülmektedir.
Bu vesileyle hükümet tarafından kaldırılan İstanbul sözleşmesi bazı kesimler tarafından halen gündemde tutulmaktadır.
Osmanlı yönetimi, evlenmeyi kolaylaştırma ve nüfusun çoğalması amacına yönelik bir dizi uygulamalar gerçekleştirmiştir. Günümüzde aile planlaması, kadının korunması, aile içi şiddet tarzında kadına verilen bu özgürlüklerin Türk geleneğine çok uzak olduğu aşikardır. Devamında konumuz İstanbul Sözleşmesi sonrası 6284 sayılı kanun ve tahribatı olacaktır.
Senai Ergünöz
Polis Haber Noktası Polis Emeklileri Yardımlaşma
ve Dayanışma Derneği Genel başkanı
GÜNDEM
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024GÜNDEM
15 Ekim 2024ASAYİŞ
15 Ekim 2024ASAYİŞ
15 Ekim 2024ASAYİŞ
15 Ekim 2024ASAYİŞ
15 Ekim 2024Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.