30 Kasım 2024 Cumartesi
çocuğun en önemli ihtiyacı sağlıklı bir ortamda büyümek
Günümüzde kalesi içinde kalan şehir yok gibidir. Diyarbakır, bu yönüyle Istanbul'dan önce gelir.
“Barış ve İnsanlığa Adanmış Bir Hayat”
Diyarbakır’ın Milliyetçi Camiası Büyük Bir Çınarını Kaybetti
Diyarbakır’da yasadışı bahis ve dolandırıcılık operasyonu: 6 tutuklama
Diyarbakır’da yasadışı bahis ve dolandırıcılık operasyonlarında 6 şüpheli tutuklandı.
Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı koordinesinde, İl Emniyet Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü tarafından nitelikli dolandırıcılık şebekesi ile yasadışı bahis şebekesine yönelik operasyon yapıldı.
Diyarbakır merkezli Adana ve Mersin illerini kapsayan nitelikli dolandırıcılık operasyonunda 8 şüpheli gözaltına alındı. Şüphelilerden 3’ü tutuklanırken, 1’i serbest, 4’ü adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
Aynı hafta içerisinde düzenlenen yasadışı bahis operasyonunda ise gözaltına alınan 3 şüpheli, emniyetteki işlemlerinin ardından sevk edildikleri adli makamlarca tutuklandı.
Polis Haber Noktası-Haber Merkezi
Diyarbakır’ın Lice ilçesinde yürütülen operasyonda jelikan bidon ve çuval içerisinde 16 adet ruhsatsız tabanca, şarjör ve esrar maddesi ele geçirildi.
Valilikten yapılan açıklamada, Lice İlçe Jandarma Komutanlığınca bölücü terör örgütü ile yasadışı uyuşturucu üretimi ve ticareti yapanlar arasında var olan bağı somut deliller ile ortaya koymak, operasyon bölgesi içerisinde saklanan uyuşturucu maddeleri ve bunları gizleyenleri bularak adalete teslim etmek maksadıyla; Lice ilçesi Yolçatı Mahallesi kırsalında operasyon icra edildiği belirtildi.
Açıklamada, operasyonda; kayalık alanda jelikan bidon ve çuval içerisine saklanan 16 adet farklı marka ve model ruhsatsız tabanca, 15 adet boş tabanca şarjörü, 26 kilogram toz esrar ve 5 kilogram kubar esrar ele geçirildiği, ele geçirilen tabancalar ve uyuşturucu maddelerin muhafaza altına alındığı kaydedildi.
Polis Haber Noktası-Haber Merkezi
Hazır 15 Temmuz Demokrasi ve Şehitler günü gelmişken , Onurlu Vatan Evlatları polislerimizle ilgili bir mevzu ve atıfta bulunmak elzemdir diye düşünüyorum.
Kalleş Feto hainlerinin kalkışmasında Ankara Gölbaşı’nda bombalı saldırıda şehit olan Ahmet ve Mehmet Oruç kardeşlerin hikayesini hepimiz biliyoruz ancak, acısını biliyor muyuz, noktasında eminliğim yoktur.
Yine Diyarbakır’da ihbar üzerine olay yerine çağrılan Trafik Polisi Tansu Aydın için ne duygular içerisinde olduk acaba? Ertuğrul Gazi’den önce ve sonrasından bu güne kadar Kahraman Teşkilatın evlatları ile ilgili, her saniye bir hikayeden söz etmek mümkündür.
Maaşlarını az buldukları için grev ve eylem kararı alan memur ve işçiler konusunda da, çevredekilerden zarar görmesinler ve şeytana uyup etraflarına zarar vermesinler diye görevde olan polislerimiz aklımızdadır. Pandemide ekmek almaya çıkamayınca Polislerimizden yardım isteyen yaşlı teyzeden tutun, mahalleye dadanan hırsız için aranan numara cevap verince Alo Polis, diyoruz. İçerden kilidi açamayan vatandaşların imdadına da polisimiz yetişiyor.
Herkese yetişen, her derde deva polislerimiz için, ne greve giren memurlar ne de halinden anlayan yönetimin maalesef duyarlılığı yoktur.
Klimalı ortamlarda çay ve kahve eşliğinde tevdi edilen görevler için fazla mesai yazılırken, gecenin en derin uykusundan gelen anonsla yüzünü bile yıkama fırsatı bulmayan vatan evlatlarımıza fazla mesainin yazılmadığı da dikkatimizden kaçmıyor.
Hasılı kelam yangın yerine bile koşan, hayatlarını tehlikeye atan, kefenleri ile dolaşan polislerimizin, kefen bezine gelen zam kadar da zam ve haklarını alamadıkları bilinmelidir. Artan enflasyon ve hepsinin de kiracı oldukları ayan beyan ortada iken, zam söylentisinde bile kiraya hemen yapılan zam oranında bile maddi kazanımlarını bizler düşünmeliyiz. Mutfak gideri, ev kirası gibi durumlarla zihinleri meşgul olan Polislerimizden 24 saat tetikte ve dikkatli olmalarını bekliyoruz.
Herşeyi beklediğimiz Civan mert evlatlarımızın hakları ve beklentileri de karşılanmalıdır. “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” atasözüne mealen; Polislerimiz sağlam durmazsa vay halimize.
Senai ERGÜNÖZ
Polis Haber Noktası, Polis Emeklileri Yardımlaşma
ve Dayanışma Derneği Genel Başkanı
Bugün İstanbul Sözleşmesi yok ama “Kadını korumak” bir yana, kadına yönelik şiddeti arttırmaktan ve ailelerin parçalanmasını hızlandırmaktan başka bir işe yaramayan 6284 dimdik ayakta!
ANAP/Papatyalar döneminden kalan “Süresiz Nafaka” uygulaması da, “büyük bir haksızlık, adaletsizlik dahası saçmalık” olduğu en yetkili ağızlar tarafından defalarca ifade edilmiş olmasına rağmen öylece duruyor.
Adliyelerde, “süresiz nafaka” mağdurlarından hapse girenlerin olduğunu biliyoruz.
Bir Televizyon programında süresiz nafaka mağdurlarından hapse girenlerin olduğunun söylenmesi üzerine misafir Avukat Hanım ne dedi?
Girdikleri kapalı cezaevi değil ki, açık cezaevi!
A, iyi öyleyse..
Biz de kapalı sanmıştık!
Neyse, ödeme imkânı kalmayanlar biraz yatsınlar orada, sayılı gün çabuk geçer!
Sayın Erdoğan şimdilerde “doğurganlık oranı”nın dibe çakılmasından şikâyet ediyor sık sık.
Memleket evlâtlarını bu konuda son derece “dikkatli olmaya ve gereğini yerine getirmeye” davet ediyor.
“En az üç çocuk çağrısı”nın ne kadar yerinde olduğunun ortaya çıktığını söylüyor…
Bunlar tamam da…
Bugüne kadar, Anadolu Ailesi’ni iç ve dış tehditlerden korumak, nüfus artışını teşvik etmek için hangi adımlar atıldı?
İş nasıl oldu da, Sayın Cumhurbaşkanı’na “varoluşsal felâket” dedirtecek kadar “vahim” bir noktaya geldi?
Nüfus “plânlaması” diye diye, memleketi “varoluşsal felâket”in eşiğine getirenler niçin başarılı oldu, “varoluşsal felâket” vurgusu yapanlar niçin başarısız?
“Varoluşsal felâket”in eşiğine gelmemizde, birçok gencin “evlenebilmenin” maddi şartlarını yerine getirmekte zorlanmasının etkisi nedir?
Bütün olumsuzluklar “küreselleşmenin kaçınılmaz sonuçları” mı yani?
Birçok genci “resmi nikah”tan uzak tutan, “süresiz nafaka” uygulaması küreselleşmenin gereği mi?
6284’ü dokunulmaz kılan “küreselleşme” mi?
Bir önceki Aile Bakanı, “En hızlı yaşlanan Kıta Avrupası’ndan bile 4-5 kat hızlı yaşlanıyoruz. Geri döndürülemez ölçeği geçtik. Yaşlı bakımevi ve rehabilitasyon merkezlerinin sayısını arttırmamız lâzım” derken…
Gerçekten de çarenin bu olduğu mu düşünülüyordu?
Yani, yaşlı bakımevi ve rehabilitasyon merkezlerinin sayısını …
Oralara terk edilmiş yaşlılarımızın sayısını arttırmak mı çare?
Bu işler nasıl işlerdir bilemiyorum ama, bugün karşımıza çıkan ve Sayın Cumhurbaşkanı’na “varoluşsal felâket” uyarısını yaptırtacak kadar “vahim” bir noktaya gelen “doğurganlığın dibe vurması” meselesinin “kökleri” malûm.
“Aileye dinamit” niteliğindeki düzenlemelerin propagandasını yapanlar, Türkiye’yi büyük “dertler” içine sürüklediler!
Sıkıntı büyük…
“Varoluşsal felâket!”
Bazı ülkelerde olduğu gibi “Yaşlılık Bakanlığı” kurulsa yeridir!
Bir arkadaş, “Bu memlekette Hayvanları Koruma Kanunu var, Yaşlıları Koruma Kanunu yok!” demişti…
Haklı mı, ne!
İşte, Hayvanları Koruma Kanunu…
Türkiye’deki başıboş köpek sayısının “orta büyüklükteki bir Avrupa ülkesi”nin insan nüfusuna denk geldiği bir dönemdeyiz…
Nice vatan evlâdı, sokaklarda caddelerde parçalandı, parçalanıyor…
Başıboş köpeklerden kaçarken otomobillerin, kamyonların altında kaldı, kalıyor…
Hayvanları Koruma Kanunu, içindeki “tuzak” maddelerle birlikte Meclis’ten “geçirildiğinde”, başıboş köpek sayısı şimdikinin yüzde biriydi belki de…
O günlerde atılan “kement” şimdi memleketin boynunda!..
Kısırlaştırma işi de, uzun yıllar boyunca öylesine ihmal edildi ki…
Başka meseleler de öyle…
Mesela… Şu mecburi eğitim, ne zaman 12 yıla çıkartılmış?
Hangi dönemde, niçin?
“Piyasada ne usta var, ne de kalfa!” krizinin temelleri ne zaman atılmış?
“Gençler 30’una gelmeden meslek sahibi olamıyor ve dolayısıyla yuva kuramıyor ve dolayısıyla da doğurganlık oranı hızla azalıyor, nüfus hızla yaşlanıyor!” krizinin temelleri hangi vakitlerde atılmış?
Bir bakın!
Birileri yollara döşemiş “çivileri…”
Patlak lastiklerle yol alınmaya çalışılıyor şimdilerde…
Ve en sevilmeyen kişilerle bir araya gelinip çareler aranıyor!
Allah kolaylık versin.
Alıntıdır..
Polis Haber Noktası-Diyarbakır
Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olan, İstanbul’da imzalandığı için “İstanbul Sözleşmesi” olarak lanse edilen uygulama benim fiili olarak görevli olduğum dönemlerde çok sancılı ve sıkıntılı geçmiştir. Size yöremizden yaşadığımız bir anı ile başlayarak söze girmek istiyorum. Güneydoğu Anadolu bölgesi, saf, masum ve bir o kadar da temiz olan insanlarımızın eşlerine ailelerine olan bağlılığı ve sadakati İslam inancına olan bağlılığından gelmektedir. Eşlerin birbirlerine Allah’ın emaneti ve çok değerli bir kulu gibi muamele etmeyi peşinen kabul etmeleri ve bunu hayata geçirmeleri nedeni ile aileler huzurlu olmuştur. Bu huzur hanesinden birinde bir gün işten yorgun gelen adamın, gün boyunca evde çocuk, temizlik ve yemek sorunları ile ilgilenen eş ile aralarında ağız münakaşası olmuş, bayan o anki sinirle eşini şiddet uyguluyor diyerek şikayet eder. Polis işlemi yapar Mülki Amir veya Kolluk kararı ile uzaklaştırma alır. Örf adet ve gelenekleri olan bölge insanın evinden uzaklaşması, gelenek ve göreneklere göre ayıplanan bir durumun erkek tarafından nasıl kabullenileceğini sizin takdirlerinize sunuyorum. İkili diyaloglar neticesinde bozulan aile huzurunu yara almış olsa da naçizane düzeltmeye çalıştık.
Kadını şiddetten koruma adı altında hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin yıkıcı tesirini sizlerde az olsun görmüş oldunuz
Kadını şiddetten koruma adı altında hazırlanan İstanbul Sözleşmesi’nin bu yıkıcı tesirlere yönelik yaptığımız tespitler aşağıya çıkarılmıştır.
-İstanbul Sözleşmesi’nin 33, 34, 35, 36, 37, 38, 39 ve 40. maddelerinde kadınlara karşı gerçekleştirilecek şiddetin alanını oldukça genişletmek amacıyla şiddet, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kadına yönelik şiddet, ev içi şiddet, ekonomik şiddet, psikolojik şiddet, cinsel şiddet, fiziksel şiddet gibi bir kısmı zorlama ve tekrar oluşturan birçok şiddet türüne yer verilmiştir. Oysa Türk Ceza Kanununda şiddetin tanımı, çok daha basit ve net bir şekilde yapılmışken şiddet kavramının bu kadar çeşitlendirilmesi ve genişletilmesi, şiddetin önlenmesinden çok artmasının zeminini oluşturmuştur.
-Sözleşmede ailenin karşıt cinsler arasında nikah akdi ile kurulan bir toplum birimi olduğu ve tarafların akit ile kazandıkları hak ve üstlendikleri ödevlerinin olduğu vurgusunu güçsüzleştiren bir yaklaşım sergilendikten sonra sözleşme, cinsel suçları nikah akdi dışında gerçekleşen fiiller olmaktan çıkarmakta, rızanın bulunmadığı cinsel birlikteliklere dönüştürmektedir.
Bu yaklaşımın doğal bir sonucu, evlilik içi rıza bulunmayan birleşmelerin de evlilik dışı rıza bulunmayan birleşmelerle tecavüz kavramında birleştirilmesi olmuştur. Nikah bağının tarafların cinsel açıdan birbirinden yararlanma hususunda baştan verilmiş bir rıza içerdiği itibara alınmamıştır. Gayrı meşru rızaya tanınan değer, hukuken tescil edilmiş rıza ile eşit hatta fiilen daha değerli sayılmıştır.
-Sözleşme aile içi şiddetin mahallini ‘aile içerisinde veya hanede veya mağdur faille aynı evi paylaşsa da paylaşmasa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında’ şeklinde belirlemektedir. Tanımda ‘aile içerisinde’ ifadesiyle sonra saydıklarını ayrı bir kategori olarak gördüğü izlenimi verse de ‘aile içi şiddet’ terimin gerçekleştiği mahal arasında ‘partner’i koymuş olması aileyi mutlak olarak nikah bağı ile kurulan bir kurum olarak görmediğini göstermektedir. Bu bakımdan sözleşme aile kavramını, nikah bağı ile kurulan toplumsal birimin adı ile sınırlamamaktadır.
-İstanbul Sözleşmesi ayrı bir maddesinde ‘Devletler cinsel yönelimi yasal güvence altına alır’ hükmü ile LGBTİ’nin kurumlaşmasını ve yasal güvenceye alınmasını sağlamıştır. Daha açık bir ifadeyle Sözleşmeyle erkek ve kadın cinsleri haricinde 3. ve 4. cinslerin de dünyada var olmasının yasal zemini oluşturulmaya çalışılmıştır.
-Sözleşmenin 48. maddesiyle aile içi problemlerde aile büyüklerinin veya mahkemelerde görev yapan yetkili kimselerin devreye girerek tarafları barıştırması, bunun için arabuluculuk yapmaları yasaklanmaktadır.
Oysa ülkemizde mahkemelerin iş yükünü hafifletmek için ‘arabulucuk’ kanunu yürürlüğe konulmuştur. Geleneksel aile yapısına sahip tüm inanç ve toplum gruplarında aile içerisinde çıkan ihtilaflar aile büyükleri, kanaat önderleri ve bireyler üzerinde söz söyleme hak ve yetkisi olan kişilerce nasihat, mahalle etkisi, sulh gibi yöntemler ile çözümlenirken bu maddeyle bu uygulamalar yasaklanmakta, ailenin yaşatılması yerine dağıtılması ve yok edilmesi ön plana çıkarılmaktadır. Yukarıda size anlatmış olduğum anımda gördüğünüz üzere yasak olan bir uygulamayı gerçekleştirdik.
-İstanbul Sözleşmesi’nde, sadece kadına karşı şiddetin, aile içi şiddetin ve kadına karşı ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına yönelik hükümler bulunmakta olup, ailenin devamlılığı ve ailenin korunmasına yönelik herhangi bir ifade veya hüküm bulunmamaktadır. Sözleşme’nin amacını düzenleyen hüküm incelendiğinde, Sözleşme’nin aileyi korumaya veya geliştirmeye yönelik hiçbir amacının bulunmadığı açıkça görülmektedir.
Bu vesileyle hükümet tarafından kaldırılan İstanbul sözleşmesi bazı kesimler tarafından halen gündemde tutulmaktadır.
Osmanlı yönetimi, evlenmeyi kolaylaştırma ve nüfusun çoğalması amacına yönelik bir dizi uygulamalar gerçekleştirmiştir. Günümüzde aile planlaması, kadının korunması, aile içi şiddet tarzında kadına verilen bu özgürlüklerin Türk geleneğine çok uzak olduğu aşikardır. Devamında konumuz İstanbul Sözleşmesi sonrası 6284 sayılı kanun ve tahribatı olacaktır.
Senai Ergünöz
Polis Haber Noktası Polis Emeklileri Yardımlaşma
ve Dayanışma Derneği Genel başkanı
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.